(262) 300 41 41

info@akademihastanesi.com.tr

D-100 Karayolu No:22-24 Yahya Kaptan Durağı

Ovacık Mah. Başiskele / Kocaeli

Sosyal Medya
Akademi Hastanesi  >  Sağlık Köşesi   >  BEYİN, SİNİR VE OMURİLİK CERRAHİSİ

BEYİN, SİNİR VE OMURİLİK CERRAHİSİ

Hastanemizde güncel tedavi yaklaşımları da yapılmaktadır.

Kapalı Bel ve Boyun Ameliyatları

  1. Nükleoplasti

Uygun hastalarda lokal anestezi ile dikişsiz bel ve boyun fıtığı ameliyatıdır. Lazer ameliyatlarına göre komplikasyon oranı son derece azdır. .

  1. Mikroendoskopik Yöntem ile Bel ve Boyun Fıtığı Ameliyatları

Yaklaşık 1,5 mm’lik mikroendoskoplarla yapılan bel ve boyun fıtığı ameliyatlarıdır. Genellikle hastalar aynı gün ayağa kaldırılıp taburcu edilmektedir.

Omurga Ameliyatları

  1. Mikrocerrahi ile Bel ve Boyun Fıtığı Ameliyatları

Bel ve boyun bölgesinden küçük bir kesi ile girilerek ve estetik dikiş ile kapatılarak yapılır. Tüm cerrahi girişimler arasında en başarılı yöntemdir (%95). Hastalar genellikle aynı gün ayağa kaldırılıp taburcu edilir.

  1. Yapay Disk Replasmanı

Operasyon ile çıkarılan diskin (fıtığın) yerine diske benzer bir yapı takılarak, hastanın doğal omurga yapısına yaklaştırılması amaçlanır.

  1. Omurga Cage (Kafes)-Plak-Vida Enstrümantasyon

İlerlemiş bel ve boyun fıtığı, omurilik kanalı darlığı, kireçleme, omurga kırıkları ve yaralanmaları, omurganın doğumsal anomalilerinde kullanılan bir yöntemdir.

  1. Nöronavigasyon

Tüm omurga ameliyatlarında cerrahinin kolaylaştırılması ve komplikasyonlarının azaltılmasında kullanılan en modern cihaz ve yöntemlerden biridir.

 

Bel ağrıları

Bel ağrıları birçok farklı rahatsızlıktan kaynaklanmaktadır. Sıklıkla görülen bel ağrıları nedenleri:

Bel fıtığı-disk hernisi

Diskin bozulması,dejeneratif disk hastalığı

Omurga kanalının daralması-dar kanal,spinal stenoz

Siyatik-priformis kasının siyatik siniri sıkıştırması

Omurların oluşturduğu eklemlerin kireçlenmesi-faset hastalığı

Başarısız bel cerrahisi hastalığı

Sakroiliak eklem hastalığı

Bel kaslarından kanaklanan ağrılar

Omurilik yaralanmaları

Disk iltihabı-diskit olarak sıralanabilir.

Bel ağrılarını mekanik, genel ve nörolojik kaynaklı olarak da sınıflandırmak mümkündür.

Mekanik Nedenler

Omurlararası disklerde görülen fıtıklaşma bel ağrısının sıklıkla görüldüğü durumlardandır. En sık arka bölgede, 4-5. bel omurlarının hizasında ortaya çıkar ve o bölgede sinir sıkışması sonucu ağrıya neden olur. Siyatik ağrısı olarak da bilinen bu durumda, öksürmek, hapşırmak, öne eğilmek ile artan bıçak saplanır gibi bir ağrı görülmesi tipiktir.

Faset eklemlerdeki genişleme bazen omurilik sinirlerini omurilik kanalında sıkıştırabilir. Faset eklem dejenerasyonu denen bu durum ağrıya neden olur. Bel fıtığındaki ayaklara kadar yayılabilen ağrının aksine bu rahatsızlıkta dizlerin altına yayılmayan şiddetli bel ağrısı görülür.

Omur ve diskteki genel dejenerasyona spondiloz denir. Bu durum omurilik sinirlerinin çıkış noktalarında darlığa ve sinir sıkışmasına sebep olabilir. Spondilolistezis denen omur kayması durumunda, spondiloliz adı verilen omurların üstüne binen yüklenmeler ve travmalarda bel ağrısı görülmektedir.

Spinal stenoz (omurilik dar kanalı) durumunda yürüme sırasında ağrı, uzun yürüme sonrası görülür ve bacakta oluşan güçsüzlüğe bağlı olarak topallama görülür.

Myofasyal ağrı verilen ağrıda, kaslardaki ağrı tetik noktaları bele yayılan ağrıya sebep olabilir. Sakroiliit (leğen kemiği iltihabı) bel ağrısı nedenlerindendir.

Başarısız Bel Cerrahi Girişim Sendromu adı verilen rahatsızlıkta ameliyat sonrası oluşan yapışıklıklar bel ağrısı oluşturur. Bel ameliyatı olan hastaların %10 -30’unda bu durum görülebilir.

Böbrek taşı, aort anevrizma ruptürü gibi durumlarda oluşan ağrılar da yansıyan ağrı olarak bel bölümünde hissedilebilir.

Genel sebepler

Tümörler (kemik ve metastatik) ve metabolik hastalıklar, epidural enfeksiyon, vaskülit gibi durumlarda bel ağrısı görülebilir.

Nörolojik sebepler

Myelopati, omuriliğe bağlı hasalıklar.

Şeker hastalığı gibi hastalıklara bağlı bel sinirlerinde rahatsızlık

Nöropati , Multipl Skleroz ( MS ) ve benzeri hastalıklar

Kas hastalıkları bel ağrısının nörolojik nedenleridir.

Bel ağrısının tedavisi nasıl yapılır?

Yatak istirahati ile başalanan tedavide, istirahat 3 günü geçmemeli ve erken dönemde gündelik yaşama geçme ve egzersizlere başlama sağlanmalıdır. Belirli hareketler için bel korunmalıdır. Non-steroid anti-inflammatuar ilaçlar, doktor gözetiminde ağrıyı giderir. Fizik tedavi olarakyapılan traksiyon, bel egzersizleri, ultrason uygulamaları kısa süreli rahatlama sağlayabilir.

Erken dönemde tekrar hareketli yaşama dönebilmek için egzersiz çok önemlidir. Hareketsizlik, bel ağrısı tedavisini olumsuz etkiler.Ağrı kesiciler ve fizik tedavi uygulamaları ile yeterli yanıt alınamayan hastalarda, hem bu uygulamalara destek için hem de tek başına epidural steroid enjeksiyonları ve diğer girişimsel ağrı tedavi yöntemleri de bel ağrısı tedavisinde kullanılmaktadır.

Epidural steroid enjeksiyonu: Bel fıtığına bağlı sinir sıkışmasında, sıkışan sinire kadar ulaşılarak bölgede ağrıya neden olan yangısteroid ve lokal anestezik madde enjeksiyonu ile giderilir.

Seçici sinir blokları: Omurlar arasında bulunan faset eklem ağrılarında faset eklem içi steroid uygulaması ve faset eklem medial sinir bloğu ile ağrı tedavisi başarılı sonuç veren girişimsel ağrı tedavi yöntemlerindendir.

Nükleoplasti: Omurlarası disk fıtıklaşmasına bağlı sinir sıkışmaları sonucu görülen bel – bacak ağrılarında ameliyatyerine kullanılan yöntemdir.Omurlararası diskin sudan zengin çekirdek kısmına ince bir iğne ile düşük akımlı elektrik verilerek bu kısım buharlaştırılır.  Sinir sıkışması ağrısı ortadan kaldırılır.

Ozon Diskektomi: Disk içi uygulanan ozon enjeksiyonu uygun hastalarda fıtığı küçülterek kalıcı tedavi  seçeneği olarak uygulanmaktadır.

Epidural lizis: Ameliyata bağlı olarak epidural bölgede sinir etrafında oluşan yapışıklıkları ve dolayısıyla oluşan ağrıları ortadan kaldırır. 

Cerrahi tedavi: Bel ağrısı ile birlikte; herhangi bir bacak veya ayakta düşüklük, ciddi kuvvet kaybı, yürüyememe, hissizlik, ani gelişen idrar veya dışkı kaçırma veya idrar, dışkı yapamama, erkeklerde ani gelişen ereksiyon kusuru durumları acil cerrahi tedavi gerektiren durumlardır.

Ani boyun, sırt ve bel ağrısı (tutulması)

Kişide oluşan ani boyun, sırt ve bel ağrısının en sık nedenlerinden biri fıtıklardır. Boyun, sırt, bel kemikleri arasında yastıklama ve şok emilimi görevlerini üstlenen diskler bulunur. Zorlanmalar, kazalar sonucu diskte bozulmalar meydana gelir ve disk içerisindeki jel kıvamlı sıvı fıtıklaşıp dışarı çıkarak omurilik ve sinirlere baskı yapar. Sinirlere yapılan baskı kişide kendini ani boyun, sırt ve bel ağrısı şeklinde gösterir.

Buna eşlik eden güç kaybı olması durumunda durum aciliyet gösterir. Bazı hastalarda başlangıçta şiddetli ağrı olmakla beraber daha sonra güç kaybı geliştiğinde aniden ağrı azalabilir. Ağrının azalması hasta tarafından ilk anda iyi bir durum gibi algılansa da aslında sorunun ilerlediği ve daha dramatik bir hal aldığını gösterir.

Ancak unutulmamalıdır ki, kalp hastalıklarından kanserlere, romatizmal hastalıklardan damarsal hastalıklara kadar bir çok durumda benzeri ağrılar ortaya çıkabilir. Bu nedenle, bu çeşit ağrıları olan hastaların deneyimli ellerde detaylı bir muayene ve tetkik edilmeleri gerekir.

 

 

LOMBER DİSK HERNİSİ (BEL FITIĞI)

Bel Ağrısının Sıklığı ve Özelliği Nelerdir?

Baş ağrısından sonra insanları tıbbi tedavi aramaya zorlayan en önemli ikinci ağrı nedeni olan bel ağrısı oldukça sık görülmektedir. Bel ağrısı, insanların hem iş gücü kaybına hem de ekonomik kayba uğramalarına neden olmaktadır. Bel ağrısı batı toplumlarında, 20-50 yaş grubunda en önemli tıbbi sorun ve mesleki yaralanma sebebi olarak gösterilmektedir. 45 yaş altı çalışanlarda en sık iş gücü kaybına yol açan nedendir.

Bel Fıtığı Nedir?

Belimizde 5 adet omur kemiği bulunmaktadır. Bu kemikler arasında da disk adı verilen kıkırdaklar bulunur. Disk özel bir bağ dokusu yapısıdır ve omurganın dayanıklılığına, hareketliliğine ve zorlamalara karşı dirençli olmasına, omurgaya uygulanan şok şeklindeki darbelerin emilmesine ve çevre dokulara dengeli bir şekilde dağılmasına hizmet eder.

Bel fıtığı, beldeki omur kemikleri arasında bulunan ve adeta bir amortisör gibi görev yapan bu disklerin yapısının ve elastikiyetinin bozulması sonucu fıtıklaşması ile ortaya çıkan bir rahatsızlıktır. Fıtıklaşan, yani dışarıya doğru taşan disk, omurilik kanalı içinden veya kendisinin arka-yan tarafından geçmekte olan sinirleri sıkıştırır ve hastalık böylelikle kendisini belli eder. Ayrıca fıtıklaşmış diskten ortama salınan bazı kimyasal maddeler de sinir köklerini etkileyerek ağrıya neden olur.

Her Bel Ağrısı Bel Fıtığına mı Bağlıdır?

Bel ağrılarının tekrarında en güçlü belirleyici, daha önceden bel ağrısı geçirmektir. Bel ağrısı her zaman bel fıtığına bağlı değildir. Sinir basısı dışında bel omurgası üzerine oluşan mekanik yüklenme ve diğer çevre organ veya yapılarda meydana gelen bozukluklara bağlı olarak da bel ağrısı oluşabilir.

Bel Fıtığının Belirtileri Nelerdir?

  1. Bel fıtığında en çok görülen şikayet bel ağrısıdır. Ağrı başlangıçta, hiçbir tedavi gerektirmeksizin düzelebilirken sık olarak tekrarlama eğilimindedir. İleri dönemlerde bel ağrısına yönelik uygulanan tedaviden istenilen yanıt elde edilmeyebilir.
  2. Bel fıtığında ikinci önemli bulgu ise fıtığa bağlı sinir kökünün basıya uğraması sonucu oluşan kalça ve bacak ağrısıdır. Bu ağrı genelde tek bir bacakta belirgindir. Ağrılı bacakta uyuşukluk ve karıncalanma sık olarak karşımıza çıkar.

Ağrı, pozisyon değiştirmekle hatta öksürmek veya hapşırmakla birlikte artabilir. İleri dönemlerde acil cerrahi müdahale gerektiren bacak veya ayakta, kısmi felçler, hatta idrar tutamama gibi bozukluklar da gelişebilir. Bel fıtığına bağlı bel ağrısı çok büyük bir oranda başlangıçta hiçbir tedavi gerektirmeden veya çok az bir tedavi ile iyileşir. Bel fıtığı olgularının çoğunda, uygun ilaç tedavisi ve yatak istirahati dışında başta fizik tedavi olmak üzere birçok cerrahi dışı yöntemle hastaların büyük bir bölümünde iyi sonuçlar alınır.

Bel Fıtığı Ameliyatına Nasıl Karar Verilir?

Tüm bel fıtığı hastalarının sadece küçük bir bölümünde (%1-3) ameliyat gerekir. Ameliyat gereksiniminin en önemli nedenlerinden biri, diğer ameliyat dışı yöntemlerle istenilen iyileşmenin sağlanamaması ve şikayetlerin sık tekrarlamasıdır. Fizik tedavi, ağrıyı azaltmak, zayıf kasları güçlendirmek, kasılmış kasları rahatlatmak, omurganın mekanik stresini azaltmak, gövde pozisyonunu düzeltmek ve fiziksel uyumu iyileştirmektir.

Hangi Durumlarda Cerrahi Müdahale Yapılır?

  1. İdrarını tutamama, bacaklarda güçsüzlük, eyer tarzı uyuşma (Kauda equina sendromu) veya belirgin bir kuvvet kaybı varsa.
  2. Ameliyat dışı diğer tedavi yöntemlerine rağmen başlangıçta belli belirsizken zamanla ilerleyen bir nörolojik defisit olduğunda (Minimal bir kuvvet kaybının ilerlemesi, duyu kusuruna refleks kaybının da eklenmesi vb. gibi durumlarda).
  3. Konservatif tedaviye rağmen geçmeyen ağrı olduğunda.
  4. Ağrı geçse bile, yıl içinde sık sık atakların nüksetmesi ve kişinin normal hayatını sürdürmesini engellemesi durumda cerrahi müdahale yapılır.

Bel fıtığı tedavi edilmediği taktirde bası altında kalan sinirler zaman içinde görevlerini yapamaz hale gelir. Sinir kökünün seviyesine göre bacakta hissizlik, felç, idrar ve büyük abdest yapmada sorunlar ortaya çıkar ve bunlar kalıcıdır. Ameliyat yapılsa da bir düzelme görülmez. Bu nedenle bu şartlar altında, hastanın mutlaka bir beyin ve sinir cerrahı tarafından değerlendirilmesi gerekir.

Ameliyat Yönteminde Başarı Oranı Nedir?

Bu yöntemleri, kapalı cerrahi girişimler ve açık cerrahi girişimler olarak ikiye ayırmak mümkündür. Kapalı yöntemlerin ortalama başarı oranı %69-84’dür. Açık cerrahi yöntemler arasında bugün dünyada kabul edilen en önemli yöntem olan mikrocerrahi, tüm cerrahi girişimler arasında en başarılı yöntemdir (%95).

Kapalı yöntemler arasında da en etkili yöntem endoskopik disk cerrahisidir. Endoskopik disk ameliyatı, bel fıtığı nedeniyle ameliyat olması gereken tüm hastalara uygulanabilir. Ancak bel fıtığının yanı sıra hastada bel omurlarının kayması, kanal darlığı gibi ilave durumlar var ve bunların da düzeltilmesi gerekiyorsa, o zaman endoskopik disk ameliyatı yerine mikrocerrahi yapılması gereklidir. Her yaş grubuna uygulanabilir.

Özellikle yaşlı ve diyabet, hipertansiyon gibi başka sorunları olan hastalarda ameliyat sonrası iyileşme süresinin çok kısa olması büyük avantaj sağlamaktadır. Ayrıca, girişime bağlı ek anatomik hasara yol açmaksızın fıtıklaşmış disk parçası alınmaktadır. Böylece hastaların hastanede kalma ve işe dönüş süreleri kısalmaktadır. Yeniden tekrarlama olasılığı kapalı yöntemlerde %14-18, mikrocerrahide ise %4’dür.

Amaç ağrıyı azaltmak, zayıf kasları güçlendirmek, kasılmış kasları rahatlatmak, omurganın mekanik stresini azaltmak, gövde pozisyonunu düzeltmek ve fiziksel uyumu iyileştirmektir. Başka bir deyişle yeni bir güne antremanlı olarak başlamaktır.

Hangi Sporları Yapabiliriz?

Yüzme ve ritmik yürüyüş, omurga sağlığı için en ideal aktivitelerdir. İlgili uzman tarafından önerilen egzersiz programları oldukça etkilidir. Kuvvetin nereden geleceği her zaman tahmin edilemeyen ve ani-ters harekete maruz kalmaya yol açabilecek tenis, futbol vb. gibi sporların en azından ağrılı ve hassas dönemlerde ertelenmesi uygundur.

SERVİKAL DİSK HERNİSİ (BOYUN FITIĞI)

Çok yaygın görülen boyun fıtığı; ağrı, kollarda ve bacakta uyuşma, güç kaybı gibi şikayetlere neden olur. Boyun fıtığı olan hastalarda en sık gözlenen diğer şikayetler ise şöyle sıralanabilir:

  • Ensede ağrı, spazm, boyun hareketlerinde kısıtlılık
  • Enseden kollara, kafaya, göğse ve sırta yayılabilen ağrı
  • Kollar ve/veya ellerde uyuşma hissi
  • Baş dönmesi, kulak çınlaması, gözlerde sinek uçuşması, bulantı
  • Kol ve/veya ellerde kas gücü azalması
  • Ağrının özellikle gece uykuda artması

Boyun fıtığının başlıca nedenleri; boyun bölgesini etkileyen travmalar (trafik kazası, düşme…vb) ve yanlış duruştur. Bazı iş kollarının da boyun fıtığı riski yüksektir. Ayrıca ilerleyen yaşlarda disklerde sıvının azalması sonucu boyun fıtığı görülebilmektedir.

Boyun fıtığında diğer tedavi metotları denenmeden hemen ameliyat kararı verilmemektedir. Ayrıca her boyun fıtığı, ameliyata aday olmayabilmektedir. İlaç tedavisi, istirahat, fizik tedavi, spora rağmen şikayetler geçmiyorsa o zaman ameliyat son seçenek olarak değerlendirilebilmektedir.

Boyun fıtığı ameliyatlarında birçok yöntem uygulanmaktadır. Mikrodiskektomi ise en çok tercih edilen yöntemlerden biridir. Bunun dışında ameliyatlarda endoskopi ve lazer teknikleri de kullanılmaktadır. Ancak endoskopik ameliyatlar daha uzun sürdüğü ve fıtığın tekrarlama oranının daha yüksek olması nedeniyle biraz dezavantajlı olabilmektedir.

Boyun fıtığı ameliyatından sonra yüzde yüz iyileşme olmayabilir ya da fıtığın tekrarlaması söz konusu olabilmektedir. Genç hastalarda boyun fıtığının tekrarlama oranının %10-15 daha fazla olduğu bilinmektedir.

Boyun Fıtığı Nasıl Oluşur?

Daha önce sağlam olan bir diskte travma sonrasında ani şekilde diskhernisi gelişebileceği gibi, çoğu servikal disk hernisinde belirgin bir travma ya da zorlanma tarif edilmez. Ağrı keskin olabilir, genellikle sürekli ve künttür. Boyun hareketleriyle, özellikle başı arkaya doğru germekle artar.

Boyun Fıtığı Yaş Ortalaması ve Görülme Şekli Nedir?

Servikal disk hernisi, hayatın 30 ve 40’lı yaşlarında daha sık görülür. Hasta, önce boyun ve omuzda, sonra kolunda şiddetli bir ağrı hisseder.

Boyun Fıtığı Tedavi Ugulamaları Nelerdir?

Konservatif Tedavi

Çoğu servikal disk hernisi cerrahi gerektirmez. Yatak istirahati, boyunluk kullanımı, analjezikler, kas gevşeticilerle, lokal ısı, masaj ve servikal traksiyon gibi fiziki yöntemler yarar sağlayabilir.

Cerrahi

Omurilikte hasar oluşturan bir santral disk hernisi ameliyat edilmelidir. Geçmeyen ağrı ve ilerleyici fonksiyon bozukluk ve kaybı ameliyat endikasyonudur.

Bel kayması (spondilolistezis)

Omurgamızı oluşturan omur kemikleri birbirleri üzerinde bir düzen içeresinde dizilirler. Normalde omurların ön ve arka kenarları, bir alt ve bir üst omurun kenarları ile aynı hizadadır. Omurlar birbirlerine ön kısımda diskler arka kısımda faset eklemler yardımı ile bağlanır. Bu dizilimin dayanıklılığını arttıran bir çok bağ yapısı da kemikler arasında köprü oluşturur. Bel kayması olarak bilinen hastalıkta bir omur diğerinin üzerinde genellikle öne doğru yer değiştirir. Bu kayma olayı sonucunda, omurganın içinden geçen omur iliğimiz sıkışır ve her iki bacakta ağrı, uyuşukluk ve yanma gibi şikayetler meydana gelir. Beş çeşit bel kayması tipi mevcuttur. Bunlardan en çok karşılaşılanları; yaşlılıkta görülen dejenerasyona bağlı kaymalar, ameliyat sonrası gelişen kaymalar ve çocukluk çağında omurlardaki doğumsal sorunlara bağlı gelişen kaymalardır.

İnsanların yaklaşık % 5’inde bel bölgesinin alt kısmındaki omurların üst ve alt eklemlerini birleştiren kemik kısmında (faset eklemler) gelişimsel bir kırık olabilir. Bu kırıklara “spondilolizis” denir. Bu bölgenin çok hareketli olması nedeniyle oluşan kırıklar çoğu zaman iyileşmeyebilir. Ancak bu kırıklar genelde adolesan çağda ağrıya neden olurken erişkin çağlarda ciddi sorun yaratmayabilirler. Bazı hastalarda ise kırık nedeniyle üstteki omurlar alttaki omurgaya göre öne doğru kayabilirler.

Bu duruma da “bel kayması” ya da “spondilolistezis” denir. Spondilolistezis kayma miktarına bağlı olarak daha ciddi sorunlara neden olabilir. Bu tip kırık nedeniyle olan bel kaymaları tıp dilinde “istmik spondilolistezis” olarak adlandırılır.

Bel kaymasının diğer bir türü ise omurgada ve çevresindeki bağ dokularında yaşlanma sonucu meydana gelen yıpranma nedeniyle görülen bel kaymasıdır. Genellikle 40 yaş üstünde oluşan bu sorun “dejeneratif spondilolistezis” olarak adlandırılır. Dejeneratif bel kaymalarına çoğunlukla dar kanal da eşlik eder.

Stres kırıkları (spondilolizis) her zaman klinik belirti vermeyebilir. Bazen başka nedenlerle çekilen bel filmlerinde tesadüfen ortaya çıkabilir. Patoloji semptomatik bir hale gelirse genellikle ilk oluşan şikayet bel bölgesinde ağrıdır. Bel kaymaları da kayma oluştuktan yıllar sonra bile belirti vermeyebilir. Görülen belirtiler arasında bel ve kalça ağrısı; bacaklarda hissizlik, ağrı, adale gerginliği, güçsüzlük, bel eğiminde artış veya yürümede güçlüğü sayılabilir. Bu belirtilerde istirahat ile geçici bir rahatlama oluşsa da genellikle ayakta durma, yürüme ve diğer aktivitelerle ağrılar artar.

Bel kayması tedavisi

Şikayet oluşturmayan stres kırıklarının ve bel kaymalarının takip edilmesi uygundur. Yine hafif dereceli kaymalarda istirahat, ağrı kesici ve antiinflamatuar ilaçlar, geçici korse kullanımı ve fizik tedavi yöntemlerinden biri veya birkaçı ile şikayetlerde rahatlama sağlanabilir. Bel ağrısı ile birlikte sinir sıkışmasına bağlı bacak ağrısı ve uyuşma var ise epidural veya foraminal enjeksiyonlar tedaviye eklenebilir.

Adelosan dönemde görülen stres kırıkları ağrıya yol açıyor ve gençlerin aktivitelerini kısıtlıyorsa cerrahi olarak tedavi edilmelidir. Cerrahi tedavide en uygun yöntem hekiminizce belirlenir. Genellikle tercih edilen yöntem, kırık bölgenin kaynatılması için taze kemik greftleri ile desteklenmesiyle birlikte vida veya çengellerle sabitlenmesidir. Kliniğimizde uzun yıllardır oluşan deneyim ile sadece bir omur için bu işlemi gerçekleştirmektedirler. Bir çeşit kırık tamiri olarak tanımlabilecek bu yöntemle kısa dönemde iyileşme elde edilmekte ve hastalarımız eski aktivitelerine bel hareketlerinde bir kısıtlanma olmadan kavuşmaktadır.

İleri yaşlarda oluşan kaymalarda da hastalık ilaç tedavisi ile azalmayan şikayetlere yol açıyor, sinir basısı bulguları oluşturuyor (Düşük ayak, idrar kaçırma…) ve ilerleme gösteriyorsa cerrahi tedavi gereklidir. Cerrahi tedavide kayma bölgesindeki sinirler serbestleştirilir ve omurlar birbirine sabitlenerek kaymanın ilerlemesi önlenmiş olur. Ameliyat işlemi önden veya arkadan ya da her iki taraftan yapılabilir. Ameliyat sonrası uygulanan rehabilitasyon programları ile iyileşme süreci desteklenir.

Hastanemizin uzman fizyoterapist kadrosu, ameliyat sonrası birinci günden itibaren hastalarımızın rehabilitasyonuna başlamaktadır. Hastaneden çıkmadan hastalarımıza yataktan kalkma, yürüme ve merdiven çıkma gibi günlük hareketler detaylı olarak öğretilir.

 

Lomber dejeneratif disk hastalıkları ve spinal stenoz

Omurgamızın bel bölgesindeki omurlar arasında, hareket ve yük taşımaya imkan sağlayan ‘disk’ adı verilen yapılar bulunur. Omurlar, diskler ve arkada birleşen omur kemikleri arasında ise, içeresinden omurilik ve bacaklara giden sinirlerin geçtiği omurilik kanalı yer alır. Omurları birbirine bağlayan bağlar ve omurlar arasındaki eklemler yaşlanmaya bağlı olarak oluşan kireçlenmelerle kalınlaşmaktadır. İlerleyen yaşla, omurlar arasındaki diskler de süngerimsi yapılarını kaybederek daha az su içermeye başlarlar. Bu olay disk yüksekliğinin azalmasına ve sertleşen diskin spinal kanala (omurilik kanalına) doğru bombeleşmesine sebep olur. Yine vücut tarafından omurga hareketini kısıtlamak amacı ile oluşturulan osteofit adını verdiğimiz kemik çıkıntılar da sinirleri sıkıştırır. Tüm bu değişiklikler omurilik kanalının daralması ile sonuçlanır ve bu durum “spinal stenoz” ya da “dar kanal” olarak adlandırılır.

Dar kanal (Spinal stenoz) hastalarında en önemli şikayet bel ağrısıdır. Ağrı karakteristik olarak oturmak, yürümek, öksürmek ve ıkınmak ile artar; istirahatle azalır. Spinal stenozun klasik bulgusu olan nörojenik kladikasyon, yürüme ile oluşan bacaklarda, özellikle de baldırlarda ağrı, uyuşma ve karıncalanma ile karakterizedir ve dinlenme ile azalır. Tipik olarak belden başlayıp bacaklara yayılsa da her zaman aynı olmayıp ağrının yeri ve karakteri gün içerisinde bile değişebilir. Çoğu hastada kramp yakınması ve yaygın uyuşma, hatta yürürken bacaklarda ani oluşan güçsüzlük hissi (boşalma) vardır. Hastaların tipik bir ayakta duruş şekli ve yürüyüşü mevcuttur. Darlığın ve sinir basısının seviyesine göre bacağın değişik kısımlarına yayılan ağrı (Siyatalji) ortaya çıkabilir. Ağrıyı ve sıkışan sinir köklerinde gerginliği azaltmak için omurgada eğrilikler görülebilir ve lomber lordoz (bel kavsi) azalabilir. Bu durum genellikle halk arasında belde düzleşme olarak tarif edilir. Hastalarda bir süre sonra basıya uğrayan sinir kökünün seviyesine göre değişik kas bölgelerinde hareket gücünde azalma, his ve refleks kusurları ortaya çıkabilir. Tedavi edilmeyen hastalar, barsak ve mesane kontrolü (idrar-gayta kaçırma) ile ilgili sorunlarla da doktora başvurmaktadır.

Tanı:

Anamnez (Hasta öyküsü) ve fizik muayene tanıdaki ilk basamaklardır. Duyu ve refleks muayenesi tüm hastalarda uzman hekimlerce yapılmalıdır. Direkt radyografilerde omurgada oluşan kemiksel patolojiler, eğrilikler saptanabilir. Hastanemizde uygulamaya geçen EOS grafileri ile kafatasından ayağa kadar tüm omurga ve bacakları ayni filmde gözlemek ve vücut denge bozukluklarını ortaya koymak mümkün olmaktadır.

Bilgisayarlı tomografi; spinal kanalı, faset eklemleri, vertebra korpusu ve arka kemik yapıları ile ilgili kemik patolojilerini net olarak görüntüleyebilir. Bir diğer tanıda kullanılan metot ise myelografidir. Myelografi, uzman radyoloklarca yapılan ve subaraknoid aralığa kontrast madde enjeksiyonu ile spinal kanalın sınırlarını görüntüleyen bir tanı yöntemidir. Omurilik veya sinir köklerindeki basıları gösterebilir.

EMG (Elektromyegrafi) tetkiki de sinirlerin görüntülenmesini sağlar. Sinirlere olan basının yerinin ve ciddiyetinin saptanması açılarından tedavi seçiminde yardımcı olan bir metottur. Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRI), omurga hastalıklarının teşhisinde standart, girişimsel olmayan en değerli tanı yöntemidir. Benzer şikayetleri oluşturan hastalıkların ayırıcı tanısı açısından da çok yararlıdır.

Tedavi:

Tedavi yatak istirahati beraberinde ağrı kesici ve kas gevşetici ilaç kullanımı ile başlar, fizyoterapi ile devam eder. Konservatif tedavi ile altta yatan neden genellikle değişmeyeceğinden, uzun dönem çok iyi sonuçların alınması mümkün değildir. Epidural steroid uygulamaları, interlaminer aralıktan, kaudal ya da transforaminal selektif sinir kökü bloğu seklinde yapılır. Bu uygulamalar seçilmiş olgularda fayda sağlayabilmektedir.

Konservatif yöntemlere cevap vermeyen ve hastanın günlük yasam aktivitelerini belirgin olarak kısıtlayan ciddi ağrı varlığında ve nörolojik bulguların oluştuğu hastalarda cerrahi tedavi gerekliliği ortaya çıkar. Bu düzeyde yakınmaları (özellikle nörojenik kladikasyon) olan hastaların klinik bulguları, fizik muayeneleri ve görüntüleme sonuçları, spinal stenoz ile uyumlu ise cerrahi tedavi planlanmalıdır. Sadece bel ağrısı için yapılan cerrahi tedavinin sonuçları iyi değildir.

Cerrahi tedavide birincil amaç omurilik üzerindeki basının kaldırılmasıdır. Bu olay dekompresyon olarak adlandırılır ve genellikle bel bölgesinden yapılan girişim sonrası spinal kanalın arka duvarını oluşturan kemik yapılarının çıkartılması (laminektomi) ile sağlanır. Dekompresyonun bir diğer aşaması da bası yapan disklerin temizlenmesidir. Disklerin çıkartılması sonrası omurların arasında oluşan boşluk, omurganın ön kısmının desteklenmesi amacıyla kemik greftleri ile doldurulan titanyum kafesler yerleştirilerek sağlanır. Bu girişim önden (ALIF), yandan (XLIF) ya da bel kısmındaki kesilerden (TLIF) uygulanabilir. Yine arka kısımdan uygulanan vida tespitleri ile omurga dengesinin ve stabilizasyonunun sağlanması (posterior enstrümentasyon), cerrahi sonrası hasta konforunun sağlanmasında ve hastalığın yinelenmesinin önlenmesinde esastır. Omurganın normal fizyolojik eğriliklerinin yeniden sağlanması (Spinal denge) cerrahi tedavi sonucunda mutlaka elde edilmelidir.

Sırt (torakal) fıtığı ve kanal darlığı (dejeneratif hastalıkları)

Torakal omurga, göğüs kafesi bölgesinde yer alan 12 adet omurdan oluşur. Omurgadaki tüm disk hernilerinin yaklaşık %0,25-0,75’i bu bölgededir. Düşük görülme sıklığı, torasik bölgenin biomekanik olarak stabilitesine ve daha az hareketli bir bölge olmasına bağlıdır. Fıtıkların %80’i 30-50 yaşları arasında arasında görülür. Travma öyküsü olguların %25’inde ortaya konulabilir. Hastalarda oluşan disk yüksekliğinin kaybı, kifotik deformitenin ilerlemesine neden olur.

Bu bölgedeki omurlar arasında göğüs kafesi bölgesine yayılan sinir kökleri çıkar ve fıtıklaşan diskin basısına bağlı dermotamal ağrı olarak adlandırılan kaburgalarımız boyunca oluşan ağrı ve yanma hissi oluşur. Hastalarda görülen en sık belirtiler, dermatomal ağrı ve duyusal değişiklikler yanında alt ekstremitelerde hareket ve his kayıplarındır.

Tedavi

Öncelikli tedavi uygun ilaçları kullanılması ve istirahatle ağrının giderilmesi ile başlar. Fizik tedavi uygulamaları bu konuda faydalı olabilir.

Şikayetleri geçmemesi ve ilerleyici bir karekter kazanması cerrahi olarak diskin çıkartılmasını gerektirir. Mikroskopik ya da endoskopik yöntemlerle bası yapan disk materyalinin çıkartılması mümkündür.

Omurga enfeksiyonları

Omurga enfeksiyonları spondilit, diskit, spondilodiskit ve epidural apse şeklinde karşımıza çıkan ve çeşitli mikroorganizmalarla oluşan hastalık grubudur. 

Omurganın bakteriyel enfeksiyonları bu grup içerisinde en sık görülen enfeksiyon tipini oluşturur.

Enfeksiyonlar genellikle vücuttaki başka bir odaktan kan yolu ile vertebraya ulaşır.

Enfeksiyon açısından; sigara içenler, beslenme bozukluğu olanlar, bağışıklık sistemi bozukluğuna yol açan AIDS ve benzeri hastalığı olanlar, kemoterapi alanlar, nakil hastaları, diyabet hastaları, uyuşturucu kullananlar, üriner sistem için girişim yapılanlar gibi bazı hasta grupları risk altındadır.Omurga ameliyatlarından sonra da enfeksiyon oluşumu gözlenebilmektedir.

Diskitis

Diskitis, disk aralığının enfeksiyonudur. Diskitis primer olarak çocukluk çağında diskin kanlanma özelliklerine bağlı olarak görülür. Erişkin yaşta daha çok diskektomi sonrası gelişen enfeksiyon olarak karşımıza çıkar.

Bakteriyel vertebral osteomiyelit

Bakteriyel vertebral osteomiyelit, omurganın kemiksel yapılarının bakteriyel etkenler ile enfekte olması ve ikincil olarak disk aralığının, komşu yumuşak dokuların ve epidural aralığın etkilenmesi ile seyreden enfeksiyonlardır. En sık rastlanılan etken stafilokokkus aureus bakterisidir.

Granülomatöz vertebral osteomiyelit

Omurgayı tutan en sık görülen granülomatöz enfeksiyon, mycobacterium tuberculosis (tüberküloz) wmikroorganizması tarafından oluşturulan hastalıktır. Actinomyces, nocardia, brucella gibi bakteriler ve coccidioides, blastomyces, aspergillus, cryptococcus gibi mantarlar da granülomatöz enfeksiyona yol açarlar.

Tüberküloz, bugün için gelişmemiş ülkelerde hala önemli bir hastalık ve ölüm nedenidir. Etkilenen hastaların %50’sinde omurga tutulumu vardır. Omurga enfeksiyonu, bakterinin genellikle akciğer veya genitoüriner sistem gibi başka bir odaktan kan yoluyla yayılımı ile oluşur.

Spinal epidural apse

Günümüzdeki gelişmiş tanı ve tedavi seçeneklerine rağmen spinal epudural abse ciddi bir ölüm veya sakatlık oluşturabilecek bir hastalıktır. Apse genellikle 3 ya da 4 vertebrayı tutar ve çoğunlukla lomber (bel) bölgede görülür. Omurga travması, başka bir organda daha önce olmuş enfeksiyon ve medikal olarak eşik eden hastalıklar enfeksiyonu hazırlayıcı faktörler olabilir.

Omurga enfeksiyonlarının belirtileri

Omurga enfeksiyonlarının en önemli bulgusu; travma öyküsü olmaksızın oluşan şiddetli ağrıdır. Bu nedenle tanı konması gecikebilir.

Enfeksiyon bulguları ateş, halsizlik, baş ağrısı, boyun sertliği, operasyon yarası yerinde şişlik, hassasiyet, kızarıklık, akıntı şeklinde ortaya çıkabilir.

Bazı vakalarda hasta kol ve bacaklarında uyuşukluk, his kaybı, kas kuvvetlerinde zayıflık gibi bulgular hissedebilir. İlerleyen ve tedavi edilmeyen olgularda idrar ve büyük abdest tutamama ve felce kadar gidebilen şikayetler oluşabilir.

Omurga enfeksiyonlarının tedavisi

Omurga enfeksiyonlarının tedavisinde öncelikle etken olan mikroorganizmanın belirlenmesi gerekir. Bunun için enfeksiyon bölgesinden örnek alınması öncelikli olarak yapılmalıdır. Laboratuvar ortamında enfeksiyon tipi belirlendikten sonra uygun antibiyotik tedavisi hastaya başlanılır. İstirahat ve korse kullanımı genellikle tedaviye eklenir.

Tedavideki temel amaç enfeksiyonun ortadan kaldırılması ve omurganın fonksiyonel stabilitesinin yani normal yüklenmelerle hasar görmemesinin sağlanmasıdır.

Hastalığın tipine, evresine, hastanın klinik tablosuna ve etken olan mikroorganizmaya göre cerrahi olarak enfeksiyon alanının boşaltılması gerekebilir. Özellikle vertebra cismine ait osteomyelit hastalarında ve nörolojik hasar oluşturan enfeksiyonlarda erken dönemde cerrahi olarak müdahale edilmesi, ilerleyici felç tablolarının önüne geçilmesi açısından gerekli olabilmektedir.

Omurga kırıkları

Omurga kırıklarının büyük bir oranı (%70) sırt ve bel omurlarında görülür.

Omurga kırıkları kaza ve travmalara bağlı olarak gelişebileceği gibi, kemik erimesi ya da “stres kırıkları” şeklinde de kendini gösterebilir.

En sık yaralanan bölge, omurganın en hareketli bölgesi olan  sırt ve bel omurlarının birleştiği 12. sırt omuru ve 1. bel omuru bölgesidir.

Omurga kırıkları kaç şekilde oluşabilir?

Çökme Kırıkları – Patlama Kırıkları

Bir kemiğin üzerine fazla yük binerse kemik kırılır. En sık görülen kırık tipi omurun ön kısmının çöktüğü “çökme kırıklarıdır”. Eğer omurga üzerine binen yük daha da artarsa o zaman omurun orta ve arka kısmı da kırılır ve kırık parçaları omurilik kanalına doğru ilerleyerek omuriliği zedeleyebilir. Bu tip oluşan kırıklara “patlama kırığı” denir. Patlama kırıklarında omurilik yaralanması ve felç sık görülür.

Kırıklı-çıkıklar

Omurga üzerine binen yükler daha da artarsa o zaman kemikte kırıkla birlikte omurları bir arada tutan disklerde, bağlarda ve eklemlerde yaralanma olabilir ve iki omurun birbiri ile bağlantısı koparak omurga çıkığı meydana gelebilir. Bu duruma kırıklı çıkık denir. Bu tip kırıkta genellikle omurilik yaralanması da mevcuttur. Aynı zamanda bu tip kırıkların iyileşmesi daha zordur ve kırıklı çıkıklar genellikle cerrahi tedavi gerektirir.

Omurga kırıklarının belirtileri nelerdir?

Omurga kırıklarının erken dönemdeki belirtileri genellikle boyun, sırt ve bel ağrısı ile kas spazmı şeklinde kendini gösterir. Omurilik yaralanması da kırığa eşlik ediyorsa  uyuşukluk, kol ve bacaklarda hissizlik, kuvvet kaybı, idrar, büyük abdest kaçırma veya yapamama gibi çeşitli şikayetler olabilir. Geç dönem belirtisi ise sinir yaralanması olmayan hastalarda yeterli tedavi uygulanmazsa omurgada oluşan kifoz (kamburluk) ve buna bağlı oluşan sırt, bel ağrılarıdır. Sinir yaralanması durumunda ise gelişen duyu kaybı ve felç geç dönem belirtisi olarak sayılabilir.

Omurga kırıklarının sebepleri nelerdir?

Omurga kırıkları gençlerde çoğunlukla yüksekten düşme veya trafik kazası gibi yüksek enerjili travmalarla oluşur. Yaşlılarda ise osteoporoza bağlı olarak basit travmalarla hatta travma olmaksızın da vertebra kırığı meydana gelebilir.

Yaşlılarda osteoporoza bağlı gelişen omurga kırıklarında ise genellikle ani gelişen ve bir travmanın eşlik etmediği bel ağrısı öyküsü mevcuttur. Ağrı, ayakta dururken ya da yürürken artar, yatıp istirahat edince azalır. Tedavi edilemeyen hastalarda omurga hareketleri kısıtlanır, kemiklerde yükseklik kaybı oluşur ve ağrı geçmeyebilir. Çökmenin ilerlediği olgularda ise felce kadar gidebilen nörolojik bulgular ortaya çıkabilir.

Omurga yaralanması şüphesi olan hastaların en yakın sağlık kuruluşuna ulaştırılması çok önemlidir. Hastanın uygun pozisyonda taşınmaması yaralanmanın kaderini etkileyen en önemli unsurlardan birisidir. Acil servise getirilen hastalar mutlaka eşlik edebilecek olan organ yaralanmaları, diğer bölge kırıkları ve kafa travması açılarından da dikkatlice değerlendirilmelidir.

Omurga kırıklarından en çok kimler etkilenir?

Omurga kırıklı hastaların %80’i 18-50 yaş arası kişilerdir. Erkekler kadınlara göre 4 kat daha fazla omurga kırığı geçirme riskine sahiptirler.

Omurga kırıklarının tedavi prensipleri nelerdir?

Omurga yaralanmalarının tedavisi yaralanmanın tipine ve omurilik hasarı bulunup bulunmamasına göre değişiklik gösterir. Tedavinin amacı normal fizyolojik yüklenmelerle zarar görmeyecek bir omurga elde etmek ve hastaları kısa zamanda eski aktivitelerine ağrısız olarak döndürmek şeklinde özetlenebilir. Sadece omurların ön kısmında çökme olan ve kemikleri birbirine bağlayan yumuşak dokuları yaralanmadan etkilenmemiş hastalar, yatak istirahati ve korse ile tedavi edilebilirler. Hastalar korse içeresinde günlük işlerine yaklaşık 10 gün içerisinde dönebilirler. Korse kullanma süresi üç ila altı ay arasında değişmektedir.

Yaralanma eğer dengesiz bir kırığa yada kırıklı çıkığa yol açmış, omurilik hasarı oluşturmuş ya da oluşturma riski taşıyorsa, tedavide cerrahi yöntemler tercih edilir. Cerrahi tedavide, omurların sağlamlığının yeniden elde edilmesi genellikle arka kısımdan uygulanan vida ve çubuklarla sağlanır. Bu çubukların yerleştirilmesi, uygun hastalarda kapalı yöntemlerle de gerçekleştirilebilmekte böylece ameliyat sonrasında ağrı ve hastanede kalma süresi en aza indirilebilmektedir. Sinir hasarı ya da yaralanma riski varsa dekompresyon denilen rahatlatma işlemi de cerrahi sırasında tedaviye ilave edilir.

Osteoporoza bağlı oluşan çökme kırıklarında ise vertebroplasti veya kifoplasti yöntemi tercih edilmektedir. Vertebroplasti yönteminde omur içerisine kemik çimentosu gönderilerek ağrını giderilmesi sağlanırken çökmenin ilerlemesi de engellenmiş olur. Kifoplasti yönteminde ise çimento uygulaması öncesinde balon ile omurdaki çökme düzeltilmektedir. İki yöntemde skopi denilen radyolojik görüntüleme eşliğinde ve kapalı olarak (Cilt kesisi olmadan) merkezimizde uygulanmaktadır.

Son yıllarda vertebra kırıklarının tedavisinde dünya ile birlikte kliniğimizde de kullanılmaya başlayan diğer bir yöntem de stent tedavisidir. Bu yöntemde, kapalı olarak omur içerine yerleştirilen kafeslerle çökme düzeltilmektedir. Bu şekilde tedavi edilen hastalar, kısa sürede ve ağrısız olarak eski iş ve aktivitelerine dönebilmektedir.

 

 – Beyin kanamaları (Beyin damarlarına ait anevrizmaların (balonlaşmalar), arteriovenöz malformasyonların (damar yumakları) yol açtığı kanamalar)

Beyin kanaması

Beyin kanaması kafatası içerisinde gerçekleşen kanamalara verilen ortak isimdir.Kanamaya yol açabilen çeşitli nedenler vardır ve kanama nedeniyle oluşan hayati risk, kanama nedenine, kanamanın yerine ve miktarına bağlıdır.

Beyin kanamasına yol açan durumlar

  • Kafa travması; başın darbe almasıdır. Darbenin geldiği yer ve kafada yarattığı hasara bağlı olarak ( kemik kırığı, beyin dokusu hasarı, damar zedelenmesi gibi ) gelişen beyin kanamaları çeşitli tip ve kompartmanlarda olabilir.
  • Hipertansiyon; kan basıncının yükselmesi sonucunda beyin dokusu içerisine veya beyni saran zarların arasına kanama oluşabilir.
  • Damar hastalığına bağlı olarak anevrizma gibi damar cidarında zayıflamaya neden olan durumlarda ortaya çıkan beyin kanamaları genellikle beyni saran zarların arasına olur.
  • Beyin içerisindeki küçük toplardamarlarda veya beynin ana toplardamarlarında ortaya çıkan tıkanıklık sonucunda beyin kanaması oluşabilir.
  • Yeterli kan gelmediği için veya başka nedenlerle hasar görmüş beyin dokusu içerisinde kanama gelişebilir.
  • Bazı beyin tümörlerinde, tümör içi kanamalar oluşabilir.
  • Bazı kan hastalıklarında vücudun diğer organlarında olduğu gibi, beyin kanaması da görülebilir.

Kaç tip beyin kanaması vardır ?

Beyin kanamasına yol açan durumlara göre sınıflandırılabileceği gibi ( travmatik, hipertansif, anevrizmatik, intratümöral, venöz kanamalar ), gerçekleştiği bölgeye göre de beyin kanamalarını sınıflandırılabiliriz. Beyin dokusu içerisindeki kanamalara intraserebral kanama denirken, beyin içindeki su dolu boşlukların ( ventriküller ) içerisine olan kanamaya intraventriküler kanama denir.  Beyni saran en dış tabaka zarla kafatası arasındaki aralıkta oluşan kanamaya da epidural kanama adı verilir. Epidural kanama genellikle kafa travmaları ve kırıkları sonucunda görülür.

Subdural kanama ise beyni saran zarlar arasındaki kanamadır. Travma, damar zedelenmesi, kan hastalığı, kafa içi basınç azalması gibi nedenlere bağlı olabileceği, kendiliğinden de gelişebilir.

Subaraknoid kanama: beyni saran zarların en iç tabakası ile orta tabaka arasında gelişen kanamalardır. En sık nedeni, beyin damarının anevrizma gibi bir nedenle kanamasıdır. Travma veya enfeksiyona da bağlı olarak gelişebilir.

 

Beyin kanamalarında acil tanı ve tedavi

Beyin kanamasını araştırmak için kullanılan en pratik yöntem “bilgisayarlı tomografik görüntüleme “ ( BT ) incelemesidir. Bazı durumlarda “ manyetik rezonans görütüleme “ yöntemi kullanılabilir.

Beyin kanaması tıbbın en acil ve riskli durumlarından birisidir. Kısa sürede ölüm veya felçe yol açabilen bu tablo, çok acil ameliyat gerektirebilir. Ancak, her beyin kanamasının da mutlaka acilen ameliyat edilmesi gerekmeyebilir. Tedavi zamanı ve yöntemi kanamanın yeri, miktarı ve nedenine göre değişebilir.

 

Beyin kanamasında zamanın önemi

Siniri, insan vücudunun kansız kalmaya en hassas olan hücresidir. Kısa bir süre için dahi olsa kansız kalan sinir dokusu ( beyin ve omurilik dokusu ) artık geri dönüşü olmayan hasara uğrar. Tıkanan beyin atardamarının beslediği doku, birkaç saat içerisinde tamamen yaşamını yitirir ve bu hasarın geri dönüşü mümkün değildir. Hasar göern bu merkezi alanın çevresinde beslenmesi önemli oranda azalmış bir çevre doku vardır ki, çoğu kez yapılan acil inme tedavileri bu dokuya yeniden yeterli kan gitmesini sağlayarak hasarı minimum seviyede tutmaktır.

Oksijen yokluğuna / kansızlığa bu denli hassas olan dokuların olabildiğince fazlasını kurtarabilmek amacıyla tedaviye ” mümkün olan en kısa zamanda ” başlanması şarttır. Halk arasında çok yaygın olarak kullanılan atasözünün buradaki uyarlaması  ” zaman beyindir ” olarak kabul edilmelidir. Şikayetlerin ortaya çıkmasından sonraki en kısa zamanda uygun bir hastaneye ulaşılarak derhal tedaviye başlanması hayati önem taşımaktadır.

 

Beyin damarlarında anevrizma (baloncuk)

Beyin damarlarında oluşan baloncuk (anevrizmalar) farklı klinik tablolar ile ortaya çıkabilir. Beyin damarında anevrizması olan bir hasta bazen hiçbir yakınması olmayabilir, bazen de kitle etkisi ile ilgili sorunlarla da doktora başvurabilir. Öte yandan anevrizmada en çok korkulan durum patlayarak beyin kanamasına yol açmasıdır. Hangi anevrizmanın kanayacağı, hangisinin kanamayacağı önceden bilinemez.

Beyin damarlarında saptanan anevrizmaların uzun dönem takiplerinden çıkan sonuç, her yıl % 0,2-3 arasında artan oranda kanama riskidir.  Özellikle genç kişilerde, hastanın önünde uzun bir yaşam olduğu ve bu kanama oranının her yıl üst üste eklendiği düşünüldüğünde kanama olasılığı daha da artmaktadır. Bu nedenle, anevrizması olduğu anlaşılan kişilere, bu anevrizmanın tedavisi önerilmektedir.

Unutulmamalıdır ki, “ kanamış her anevrizma kanamadan bir dakika öncesine kadar kanamamış bir anevrizma idi”.

Hastanın genel durumu ve / veya anevrizmanın tedavisindeki olası risklerin yüksek olması halinde anevrizmanın tedavisi düşünülmeyebilir.

 

Anevrizma tedavi yöntemleri nelerdir?

Anevrizmanın içini doldurmada kullanılan ve genellikle platinden yapılmış bir çeşit tel olan koil adı verilen ürünler ile anevrizma tedavisi mümkündür.

 

Koil adı verilen platinden yapılmış olan telde 2 ayrı tel birbiri üzerine örülmüş olup üretimi sırasında bu tellere şekil hafızası kazandırılmıştır. Bu sayede kateterin içerisinde düz bir halde damar içinde ilerletilen teller anevrizmaya ulaşıldığında kateterden çıkarılır ve teller  öğretilen şekli kendiliğinden alır.  Bu denli yüksek teknoloji ile üretilen çapı 0.25 – 0.45 mm ( 0.010 – 0.018 inç ) arasında değişmekte olan koil adı verilen son teknoloji ürünler ile anevrizma tedavisi günümüzde yapılabilmektedir.

 

– Beyin damarlarının tıkanıklıkları

    

    İnme (felç)

 

Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımıyla inme; görünürde beyin damarlarını etkileyen nedenler dışında başka bir neden olmadan, hızlıca yerleşip, kısmi veya daha nadiren genel beyin fonksiyon bozukluğuna yol açan, 24 saat ya da daha uzun sürebildiği gibi ölümle sonuçlanabilen klinik durumdur.

 

Aslında inme(felç) bir tür kalp damar hastalığıdır. Beyne giden veya beyin içindeki damarların etkilenmesi ile ortaya çıkar.

 

İnme bulgularının ağırlığı, etkilenen beyin bölgesindeki hasarın derecesine göre, dolayısı ile hastadan hastaya değişir. Bazı hastalarda bulgular günler haftalar içinde düzelirken, hasar ağırsa bu durum, aylar sürebilir. İnme bulguları geliştikten itibaren bir yılda bu bulgular kısmen veya tamamen düzelme gösterebilir ancak bir yıldan sonra, var olan bulgularda bir düzelme beklenmez.

 

Bir kez inme geçiren bir insanın sonraki yıllarda yeni inme atakları geçirme riski normal populasyona göre yüksektir

 

İnme(felç) nedenlerine göre ( tıkayıcı ve kanamaya bağlı olmak üzere)  ikiye ayrılır.

 

Bunlar nelerdir?

 

Beyin damarları pıhtı ile tıkandığında beyne kan akımı kesilir, beyin fonksiyonları için gerekli oksijen ve şeker gitmez. Buna tıkayıcı (iskemik) inme denir ve inmelerin %85’ini oluşturur.

 

 Damar tıkanmasına bağlı olarak gelişen inmenin de başlıca iki nedeni vardır:

 

  • Kalp kaslarının düzensiz çalışması, kalp ritminin bozuk olması ( aritmi, atrial fibrillasyon ) durumunda kalp odacıkları içinde oluşan pıhtı beyin damarlarına giderek tıkanmaya yol açabilir.

 

  • Boyun veya damarlarındaki daralma veya tıkanıklığa bağlı olarak gelişen tıkanma.

 

Her iki durumda da, beyin damarında tıkanıklık oluşması nedeniyle tedavileri benzerdir. Ancak, daha sonraki ataklardan koruyucu tedavi farklılık gösterir.

 

Tıkayıcı damar hastalığına bağlı olarak gelişen inmenin nedenini araştırmak amacıyla hem kalp yönünden inceleme yapılması hem de boyun ve beyin damarlarının incelenmesi gereklidir.

 

Bir diğer inme nedeni de beyin içindeki damarların yırtılarak beyin içine kan dolması sonucu ortaya çıkan kanayıcı (hemorajik) inme denir. Nedeni genellikle yüksek tansiyondur. İnmelerin %15’ini oluşturur.

 

İnme (felç) sıklığı nedir?

İnme, tüm dünyada koroner kalp hastalığı ve kanserden sonra, üçüncü sıklıkta gelen ölüm nedenidir. Ortalama olarak bir yılda, her 1.000 kişide 2 yeni inme görüldüğü hesaplanmıştır. Orta yaş üstü ve yaşlı insanlarda  (45-84 yaş arası) bu oran binde dörde çıkmaktadır

 

Bir toplumda, belli bir zaman diliminde yaşayan kişilerde inme oranı olarak tanımlanan inme prevalansı ise, binde altı civarındadır. Ülkemiz için güvenilir istatistiksel kayıtları maalesef bulunmamaktadır.

 

Geçici iskemik atak (GİA) nedir? Felç(inme) ile arasında ne fark vardır?

Beyin damarlarındaki tıkanma veya kanamaya bağlı olarak etkilenen beyin bölgesine yeterli kan gitmez, kısa bir sürede o bölgedeki hücreler ölür. Buna bağlı olarak da vücudumuzla ilgili bazı fonksiyon bozuklukları görülür. Bunlar en sık olarak konuşma bozukluğu, vücudun bir yarısında güçsüzlük ve hissizlik, tek veye her iki gözde görme kaybı veya bozuklukları, çift görme, dengesizlik şeklinde karşımıza çıkar.

 

Bu bulgular 24 saatten uzun sürdüğünde inme, daha kısa sürerse geçici iskemik atak (GİA) diyoruz. Geçici iskemik atak (GİA) genellikle 5-10 dakikada düzelirler. Ancak düzelmeleri masum olduklarını göstermez. Hatta zamanında önlem alındığında inmeden korunma sağladığı için tanınması ve zamanında doktora başvurulması çok önemlidir. Çünki geçici iskemik atak (GİA)  geçiren insanların %5-10’u 1 ay, %15-20’si 1 yıl içinde inme geçirmektedir.

 

Geçici iskemik atak, ihmal edilebilecek basit ve zararsız bir olay değildir. Yaklaşmakta olan inmenin habercisi olabilir. Bu önemli uyarıcı bulgunun gözden kaçması veya önem verilmemesi halinde, izleyen günlerde ortaya çıkabilecek kalıcı sakatlık veya ölümden kurtulma şansı yitirilmiş olabilir. Geçici iskemik atakğı izleyen 90 gün içinde inme geçirme riski yaklaşık % 10’ dur. Bu olguların yaklaşım yarısı ilk 1-2 gün içinde gerçekleşir.

 

Geçici iskemik atak geçiren hastalar acil yoğun bakım koşullarında izlenmelidir. İlk saatlerde acile başvurulması halinde, detaylı klinik ve laboratuar inceleme ve değerlendirmelerden sonra uygun hastalara trombolitik tedavi uygulanmalıdır. “ Tromboembolik tedavi “, toplardamar yoluyla veya anjiografi yöntemi kullanılarak tıkanmanın oluştuğu damar bölgesine pıhtı eritici ilaç verilmesidir. Bu tedavi uygulanmadan once beynin bilgisayarlı tomografi ile incelenmesi gerekir. Bu incelemenin amacı, klinik ve muayene bulguları birbirine çok benzeyen tıkayıcı damar hastalığına bağlı inme ile beyin kanamasına bağlı inme arasında ayıcı tanı yapılmasıdır. Tedavisi tamamen zıt olan bu hastalıklardan hangisinin etken olduğu mutlaka belirlenmelidir. Geçici iskemi ataklar yanlışlıkla migren, nöbet, periferik nöropati veya anksiyete olarak yorumlanabilir.

 

İnme için risk faktörleri nelerdir?

İnme için risk faktörleri kalp hastalıkları ile benzerdir. Erkek cinsiyeti, ileri yaş, genetik özellikler, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, yüksek kolesterol, sigara, aşırı kilo başlıca risk faktörleridir. Kanayıcı inmelerin en sık nedeni ise yüksek tansiyondur. Şah damarında daralmaya neden olan pıhtılar, kalpte ritm bozuklukları(başlıca atriyal fibrilasyon), kalp kapak hastalıkları ve ileri kalp yetmezliği ise tıkayıcı inmenin önemli nedenleri arasındadır.

 

İnme tanısı nasıl konulur?

İnme tanısını koymak için ilk yapılması gereken acil girişimler, nörolojik muayene, kan tetkiki ve beyin tomografisidir. Kan şekerinin aşırı yüksekliği veya düşüklüğü veya beyin tümörleri sonucunda ortaya çıkan klinik bulgular inme bulgularını taklit edebilir. Bu nedenle inmeden şüphelenilen hastalarda hemen kan şekeri bakılması ve beyin tomografisi veya MR görüntülemesi  yapılması önerilmektedir.

 

İnme (felç) tedavisi nasıldır?

Geçmişte, inme geçiren hastalar için özel bir tedavi yoktu.

 

Ancak, günümüzde ilk 4.5 saatte hastaneye başvurulduğu durumda, tıkayıcı inmeler için ‘tromboliz’ dediğimiz pıhtı eritici tedavi seçeneği vardır. Bu tedavi, çok uzun yıllardır kalp hastaları için kullanılmaktayken, tüm dünyada son 15 yıldır, ülkemizde ise son 5 yıldır, ilacın inme için de ruhsatlandırılmış olması nedeniyle, mümkün olmaktadır. Bu tedavinin uygulanabilmesi için inme hastalarının ilk saatlerde hastaneye başvurmuş olması gerekir. En geç 4.5. saatte tedaviye başlamış olmak gerekiyor. Bu nedenle, inme bulgularından şüphelenildiğinde hemen bir ambulans çağırılmalı, eve doktor getirmek gibi zaman kaybedilmesine neden olacak girişimlerde bulunulmamalıdır. Bu tedavi doğru bir şekilde uygulandığında kanıta dayalı bilgiler gösteriyor ki, 3 ay sonunda %30 daha fazla hasta yaşamını bağımsız olarak sürdürüyor. Başka bir deyişle tedavi edilen her 6-8 hastadan 1 tanesi 3 ay sonunda yaşamını bağımsız sürdürüyor.

 

Ancak tıkayıcı tevdiler için ilk 4.5 saatte uygulanan bu tedavinin kanama komplikasyonu gibi riski de var, bu nedenle hasta seçimi oldukça çok önemlidir.

 

İnme geçirdikten sonraki süreçte neden çok dikkatli olmak gerekir?

İnme geçiren insanların ilk 1 ay içinde %20’si, ilk 1 yıl içinde %30’u hayatını kaybedebiliyor. Hayatta kalanların da 1/3′ ü yaşamlarını başkalarına bağımlı olarak hayatlarını sürdürürler. Yani hem hasta yakınları hem de toplum için yükü ağır olan bir hastalıktır. Bir kez inme geçiren bir insanın yeniden inme geçirme riski ilk 1 ayda %5, 1 yıl içinde %10 ve sonraki 5 yıl içinde ise yılda %5’dir.

 

İnme geçirmeden alınacak önlemler var mıdır?

İnme geçirmeden alınacak önlemlerle inmeden korunmak mümkündür. Buna ‘birincil korunma’ denir. Bunun için hipertansiyon, şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği ve obesite gibi risk faktörleri varsa bunları tedavi etmek; sigarayı bırakmak, aşırı alkol tüketimi varsa azaltmak ve egzersiz yapmak önerilmektedir. Bunlar değiştirilebilir ve kontrol edilebilir risk faktörleridir. Oysa yaş, cinsiyet ve genetik gibi risk faktörlerini değiştirmek mümkün değildir. Örneğin tansiyon hastalarının sadece %40’ı bunun farkındadır. Yüksek tansiyon nedeniyle tedavi gören kişilerin de ancak 1/3’ünün tansiyonu kontrol altındadır. Yani ilaç kullanıyor olmak yeterli değildir. Belli aralıklarla tansiyonun ölçülüp yüksek seyretmesi durumunda bu kişilerin hekimlerine başvurması gerekir. Bu da tansiyonun sürekli 140/90mmHg veya üzerindeki değerleri için geçerlidir.

 

İnme geçirdikten sonra alınacak önlemler var mıdır?

İnme geçirdikten sonra da, risk faktörlerinin tedavi edilmesi ile, tekrarlayıcı inmeler önlenebilir. Buna ‘ikincil korunma’ denir. Risk faktörlerinin düzenlenmesinin yanısıra, inme nedenlerinin de araştırılması ve nedene yönelik tedavilerin yapılması gerekir. Genellikle inme geçirdikten sonraki ilk birkaç günde bu araştırmalar yapılır. Boyun damarlarını incelemek amacıyla doppler ultrasonografi ve kalp kaynaklı nedenleri araştırmak için de ekokardiyografi, yapılması gereken diğer inceleme yöntemleridir. Elli yaş altında inme geçiren hastalara ayrıca özel bazı kan tetkikleri de yapılabilir. Tüm nedenler araştırılsa da tıkayıcı inme geçiren hastaların ortalama %30’unda inme nedeni bulunamaz.

 

Tedavide çeşitli kan sulandırıcı ilaçlar kullanılır. Temel yaklaşım nedene yönelik tedavidir. Eğer hastada ‘atriyal fibrilasyon’ gibi bir ritm bozukluğu veya geçirilmiş kalp kapak ameliyatı varsa warfarin kullanılır. Eğer, inmeden, şah damarında ileri darlığa yol açan bir plak sorumlu tutuluyorsa, bu damarın cerrahi yolla veya stent ile açılması önerilir. Sonuç olarak tedavi ve yaklaşım hastadan hastaya değişir.

 

Tekrarlayıcı inmelerden korunmak için nelere dikkat etmek gerekir?

Tekrarlayıcı inmeden korunmak için;

 

  • Yaşam tarzında değişiklik yapmak (sigarayı bırakmak, kilo vermek, tuz ve yağ kısıtlamak, egzersiz yapmak)

 

  • Varsa hipertansiyon, diyabet, hiperkolesterolemi gibi risk faktörlerini doktor kontrolünde tedavi etmek ve düzenli takiplerini yaptırmak

 

  • Doktor önerisiyle, ömür boyu düzenli bir şekilde, pıhtılaşmayı önleyici ilaçları (aspirin, dipyridamole, clopidogrel) kullanmak

 

  • Tedavide kan sulandırıcı ilaç olarak warfarin verildiyse, bu ilacın güvenli kullanımı için gerekli laboratuar tetkiklerini, doktorun önerdiği sıklıkta yapmak gerekir.

 

Felç (inme) sonrası fizik tedavi süreci nasıl olmalıdır?

Hastanın inme geçirdiği ilk günlerden itibaren fizik tedavi programına alınması önerilir. Felçli kol veya bacakta durumuna göre pasif ve aktif fizik hareketler uygulanır, aksi halde bu uzuvlarda, hareketsizliğe bağlı olarak, eklem yerlerinde kontraktürler oluşur ve bu da hastada şiddetli ağrılara neden olur. Ayrıca kullanmamaya bağlı olarak kaslarda incelmeler görülür. Bu nedenle hastanede yatarken başlayan fizik tedavi programı hasta eve çıktıktan sonra da düzenli olarak sürdürülmelidir. Her şeyden önce hastanın iyileşeceğine inanması ve bu tedaviye aktif katılımı, hastalığın seyrini olumlu yönde etkileyecektir.

 

İnme (felç) ve yutma güçlüğü

İnme geçiren hastaların önemli bir bölümünde (%50-65) yutma güçlüğü görülebilir. Bu durumda yetersiz beslenme, besinlerin akciğere kaçarak enfeksiyona yol açması gibi sorunlar çıkabilir. Genellikle yutma bozukluğu ilk haftalarda düzelir.

 

Yutma yeterli veya güvenli değilse ilk zamanlar beslenme burundan mideye yerleştirilen tüp aracılığı ile yapılır. Bu dönemde hazır mamalar veya evde ezilip sulandırılarak hazırlanan gıdalar kalori hesabı yapılarak verilebilir.

 

Tüp gereği olacak kadar ağır yutma bozukluğu olmayan hastalarda da beslenme çok dikkatli yapılmalı, katı gıdaları yutamıyorsa gene ezilerek ve ufak lokmalar halinde verilmelidir. Hasta oturamıyorsa asla yatar pozisyonda beslenmemeli, sırtı dik pozisyona gelinceye kadar desteklenmelidir.

 

İnme sonrası yatak yararları

Özellikle yatağa bağımlı hastalarda yatak yaraları gelişebilir. Bu nedenle bu hastaların mobilize oluncaya kadar havalı yataklarda yatırılması ve sık sık çevrilmesi gerekir. Aksi takdirde yatak yaraları ile birlikte yara yerinde infeksiyon gelişmesi hastanın durumunu ağırlaştırarak kaybedilmesine neden olabilir.

 

İnme hastası hastaneden çıktıktan sonra nasıl takip edilmelidir?

İnme geçiren hastaların, hastaneden çıktıktan sonra düzenli bir şekilde izlenmesi gerekir. Düzenli takip risk faktörlerinin ve hastalık nedeniyle ortaya çıkabilecek komplikasyonların takibi ve gerektiğinde ilaçların yeniden düzenlenmesi için gereklidir. İnme geçiren hastaların izleminde nöroloji, dahiliye, kardiyoloji ve fizik tedavi doktorları arasında koordine bir çalışma yürütülmesi önemlidir.

 

İnmede fizik tedavi ve rehabilitasyona ne zaman başlanır?

Olayın akut döneminde hasta Nöroloji uzman hekimi tarafında tedavi edilir.

 

Hastanın yaşamsal verileri ve nörolojik bulguları stabil olur olmaz fizik tedavi ve rehabilitasyon programına başlanmalıdır.

 

Normal şartlarda ilk 3 gün içerisinde bu duruma ulaşılması beklenir ve hasta yatak içerisinde de olsa tedaviye alınır.

 

Fizik tedavi ve rehabilitasyon süreci ne kadar erken başlanırsa hastanın kaybettiği becerilerini kazanması o kadar hızlı olur. Bu dönem zorlu ve sabır isteyen bir süreçtir.

 

Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon uzman hekim koordinatörlüğünde farklı branş hekimleri, fizyoterapist, tekniker, hemşire ve ailenin de katıldığı bir ekip işidir.

 

İnmede Fizik Tedavi ve Rehabilitasyonda neler yapılır?

Hasta yatağa bağımlı ise pasif egzersizlerle eklemlerde kısıtlılık oluşması, bası yaralarının ve atrofilerin (kas kayıpları) olması engellenir.

Çeşitli egzersiz teknikleri ve elektriksel uyarıların yardımıyla felçli uzuvlarda hareket başlatılır.

Gergin kas ve eklemlere sıcak ve masaj uygulaması yapılır.

Kaslarda aşırı gerginlik (spastisite) varsa gevşetici Botulinium toksin enjeksiyonları uygulanır.

Hastaya ilk önce yatak içinde oturma, dengede durma daha sonra ayakta durma ve bir sonraki aşamada adım atma ve yürüme öğretilir.

Kol ve ellerdeki felçler için iş uğraşı terapi ile becerileri geliştirilir.

 

 

-Pediatrik nöroşirurji disiplini içerisinde doğumsal beyin ve omurilik hastalıkları (gizli veya kese şeklindeki omurilik açıklığı ya da gelişimsel bozukluğu),

-Doğumsal beyin kistleri, bebek ve çocuklara ait tüm beyin ve omurilik cerrahisi girişimleri (tümörler ve yaralanmalara bağlı durumlar)

 

Pediatrik nöroşirürji

 

Konjenital malformasyonlar (doğumsal anomaliler; spina bifida, Chiari gibi )

Çocukluk çağı beyin ve omurilik tümörleri

Hidrosefaliler

Kafa şekil bozuklukları (kranyosinostoz-kranyostenoz) gibi bu yaş grubuna özel hastalıklar Özel Kocaeli Akademi Hastanesi Nöroşirurji Bölümümüzde tedavi edilebilmektedir.

 

Yenidoğan dönemindeki hastalarımız pediatri ekibinin özel yenidoğan yoğun bakım ve servislerinde takip edilmekte, doğum öncesi anomali tanısı alan bazı hastalar ise perinatoloji bölümünde izlenmektedir.

 

Pediatrik hastaların takip ve tedavileri pediatri, çocuk cerrahisi ve plastik cerrahi bölümleri ile multidisipliner olarak yapılmaktadır.

 

-Doğumsal veya sonradan gelişen hidrosefali (beyin sıvısının beyinde aşırı birikmesi), şant operasyonları,

 

-Periferik sinir denilen kol ve bacak sinirlerinin her türlü sıkışması, travma ve kesikleri, tümörlerinin cerrahi tedavisi,

 

Spinal ve periferik sinir sistemi cerrahisi

 

Bölümümüzde; beyinin aşağıya doğru uzantısı şeklinde omurga içinde korunarak inen omurilik ile, buradan çıkarak vücuda dağılan periferik sinirlerin çeşitli cerrahi hastalıklarına cerrahi müdahaleler yapılmaktadır.

 

Bunlar arasında;

Omurilik yaralanmaları

Omurilik tümörleri

Periferik sinir yaralanmaları

Periferik sinir tümörleri

Karpal tünel sendromu

Ulnar oluk sendromu sayılabilir.

 

Omurganın yaygın ve çok sık görülen hastalıklarından bel ve boyun fıtıkları da nöroşirürji birimi tarafından mikrocerrahi ve endoskopik yöntemlerle tedavi edilebilmektedir. Ayrıca bel ve boyun kanal darlıkları ve kaymalarda da güncel tedavi yöntemleri kullanılmaktadır.

 

Bilekte sinir sıkışması (karpal tünel)

 

El bileğimizde, kirişlerin ve elin ana sinirlerinden birinin geçtiği tünel şeklindeki yapıya; “karpal tünel” denir.

 

Bileği aşırı zorlamak, tekrarlayıcı hareketler yapmak, romatoid artirit gibi bazı hastalıklar, gebelik sırasında sıvı toplanması karpal tüneldeki basıncın ve şişmenin artmasına ve sinirin sıkışmasına yol açabilmektedir. Bu rahatsızlık; “karpal tünel sendromu” olarak adlandırılmaktadır.

 

Karpal tünel sendromunda (bilekte sinir sıkışması); ağrı, uyuşma, karıncalanma, cisimleri nesneleri kavramada zorluk yaşanması gibi el fonksiyonlarının bozulması gözlenebilir. Karpal tünel sendromunun tedavisinde sık baş vurulan yöntemler arasında ilaç kullanımı ve elin atele alınması yer alır.

 

Bu yöntemlerin yararlı olmadığı durumlarda ise ameliyat gerekebilmektedir.

 

Karpal tünel sendromunun ameliyat ile tedavisinde;  avuç içinde bileğe doğru bir kesi yapılır ve el sinirine yapılan basıncın azalması için  bu sıkışmaya neden olan dokular kesilir. Sonrasında estetik dikişler ile kesi kapatılır.

 

Sinirin gördüğü zararın boyutu, ameliyat sonucunu etkileyen faktörler arasında yer almaktadır. Bu nedenle karpal tünel sendromuna yönelik şikayetleriniz varsa vakit kaybetmeden doktora başvurmanız ve gereken önlemleri almanız büyük önem taşır.

 

Dirsekte sinir sıkışması (Kubital Tünel sendromu)

 

Elimizdeki kasların çalışması ve duyusunun hissedilmesi Median, Ulnar ve Radial sinir olarak isimlendirilen üç adet sinir tarafından sağlanır. Koltuk altından gelen Ulnar sinir, dirsek seviyesinde iç yan kısımda tünel benzeri bir yapı içerisinden geçerek ön kol bölgesine kubital-tunelgirer. Ulnar sinirin cilt altında bulunan bu tünelde sıkışması ‘Kubital Tünel Sendromu’ olarak adlandırılır. Sinir tünelden geçtikten sonra elin yüzük parmağı ve küçük parmağında sonlanır.

 

Kübital tünel sendromu dirsek çevresindeki eski kırıklar, tünel içinde yer kaplayan kitleler, romatoid artrit gibi bağ dokusu hastalıkları sonucu gelişebilse de hastaların büyük çoğunluğunda belirgin bir neden saptanamaz. Kübital tünel sendromunun en sık rastlanılan belirtileri ulnar sinirin elde yayılımına uyan bölge olan küçük parmak ile yüzük parmağının yarısında uyuşma, ağrı ve duyu kaybıdır. İleri dönemlerde parmakları birbirine yaklaştırmada güçlük çekildiği, eli düz tutmaya çalışırken 4. ve 5. parmakların geri doğru kıvrıldığı görülür.

 

Kübital tünel sendromunun (dirsekte sinir sıkışması) tanısı hastaların klinik muayenesi ile konulur. Tanıyı doğrulayan standart inceleme yöntemi, EMG olarak adlandırılan elektrodiagnostik incelemelerdir. Bu incelemeler ile sinirlerin elektrik iletme gücü ölçülür, böylelikle sinirde bir sıkışma olup olmadığı ve varsa tam hangi seviyede sıkışma olduğu saptanır.

 

Şikayetlerin yeni oluştuğu hastalarda, siniri sıkıştıracak hareketlerden kaçınılması, dirseği dayayarak oturma alışkanlığından vazgeçilmesi ve geceleri dirseği düz bir pozisyona alacak atellerin kullanımı fayda sağlayabilir.

 

Kübital tünel sendromunun (dirsekte sinir sıkışması) kesin tedavisi, cerrahi olarak ulnar sinirin gevşetilmesi ve sıkışmaya neden olan dokuların serbestleştirilmesidir. Ameliyat sırasında, dirsek hareketleri ile birlikte sinirin gerilmesini önlemek amacıyla sinir dirseğin ön tarafına nakledilir. Ameliyat çoğunlukla sadece kolun uyuşturulması ile yapılır ve hastalar aynı gün hastaneden taburcu olabilir.

 

-Ağır epilepsi (sara) hastalığı ve parkinson hastalığı gibi nörolojik hastalıkların ve OKB (obsesif kompulsif bozukluk) gibi bir takım psikiyatrik hastalıkların cerrahi tedavisi,

 

 Epilepsi

 

Epilepsi halk arasında bilinen adıyla sara beyinde anormal elektriksel boşalımlar sonucunda ortaya çıkan kısa süreli ataklar halinde görülür. Bu ataklar boşalımların sebebi ve yerine göre farklı bulgularla karakterizedir.

 

Epilepsi kimlerde görülür?

Erkek ve kadınlarda eşit sıklıktadır. Her yaşta ortaya çıkabilmekle en sık çocukluk çağında ve erişkin dönemin sonlarında görülür.

 

Her epileptik nöbet geçiren kişi epilepsi hastası mıdır?

Her epileptik nöbet geçiren kişi epilepsi hastası demek değildir. Nöbetler zaman içinde her hasta için belli özelliklerde, bazen kendiliğinden bazen de tetikleyen faktörler zemininde tekrarlarsa epilepsi tanısı konulur

 

Epilepsi bulaşıcı bir hastalık mıdır?

Epilepsi bulaşıcı bir hastalık olmadığı gibi bir akıl hastalığı veya zeka geriliği de değildir.

 

Epilepsinin nedeni nedir?

Hastaların bir kısmında altta yatan neden bulunmayabilir. Bu grubun büyük çoğunluğunu ailesel yani genetik epilepsiler oluşturur. Bunun dışında altta yatan bir beyin hasarı epilepsinin nedeni olabilir. Kafa travması, inme, beyin tümörleri, beyin infeksiyonları bu nedenler arasında sayılabilir.

 

Epilepsi hastaliğinin tanisi nasil konulur?

Epilepsi tanısı klinik olarak konan bir tablodur. Geçirilmiş bir atağın epilepsi olup olmadığına karar vermek, epilepsi ise ne tür bir epilepsi olduğunu tespit etmek için hastanın ve/veya hasta yakının gözlemi ve bunu doktora doğru bir şekilde aktarması çok önemlidir. Çoğunlukla kısa süren nöbet anı sırasında hasta yakınları büyük panik yaşamakta ve ortaya çıkan klinik özellikler gözden kaçabilmektedir. O nedenle birisi nöbet geçirdiğinde sakin kalabilmek, notlar almak hatta videoya çekmek çok yararlı olur.

 

Epilepsi hastalığının tedavisi var mıdır?

Epilepsi hastalığında nöbetler kontrol altına alınabilir. Nöbetler arasında hasta genellikle normal yaşantısını sürdürür. Bu nedenle nöbetlerin kontrol altına alınması çok önemlidir.

 

Tedaviye nasıl karar verilir?

Epilepsi hastalığının tedavisinde ilk basamak tanının doğru konması ve ilaçla tedaviye gerek olup olmadığının karar verilmesidir. Yaklaşık olarak 20 kişiden biri yaşam boyu bir defa nöbet geçirebilir ve tek nöbet sonrası bir daha nöbet tekrarlamayabilir. Bu nedenle çoğunlukla ilk nöbet sonrası ilaç başlanmaması tercih edilir. 

 

Doğru tanı konulup, tedaviye gerek olduğuna karar verildikten sonra hangi ilaç tedavisinin başlanacağına karar verilir. Genellikle tek bir ilaç düşük dozda başlanarak yavaş yavaş dozu arttırılır. Bu süre içinde doktorun takibi devam eder ve gereğinde kan örneği alınarak bakılabilen ilaç kan düzeylerine bakılır. 

 

Düzenli ve uzun yıllar süren bir tedaviye uyum sağlamak açısından hastanın işbirliği çok önemlidir. Tedavide başarılı sonuca ulaşana kadar doktorunuzla sıkı irtibat halinde olunmalıdır.

 

İlaçlar düzgün bir şekilde alınmalıdır. İlaçların düzensiz alınması veya alımına ara verilmesinin nöbet kontrolünü bozacağı unutulmamalıdır.

 

Antiepileptik ilaçların yan etkileri var mıdır?

Her ilacın yararının yanısıra yan etkileri de olacaktır. Bazı yan etkiler vücut ilaca alıştıkça azalarak kaybolur. En sık rastlanılan yan etki uyku hali, baş dönmesi ve dengesizliktir. İlk birkaç hafta içinde kaybolması beklenen bu tip yan etkiler devam ettiği takdirde mutlaka doktorunuzla irtibata geçiniz. Bazen sadece doz azaltımı yeterli olurken bazı durumlarda başka ilaç seçenekleri denenebilir.  

 

Epilepsinin ilaç tedavisi dışında tedavisi var mı?

Beş epileptik hastanın dördünde uygun ilaç kullanımı ile  nöbetler kontrol altına alınabilirken bir hastada nöbetler devam edebilmektedir. Bu durum ilaç tedavisine dirençli epilepsi olarak adlandırılır. Öncelikle ilk başlanan ilaç değiştirilir veya ikinci bir ilaç eklenir. Bazı seçilmiş dirençli epilepsisi olan hastalarda epilepsi cerrahisi uygulanabilmektedir. Böyle hastaların epilepsi konusunda uzman hekimlerce epilepsi merkezlerinde değerlendirilmesi uygun olacaktır.

 

Parkinson hastalığı nedir?

Parkinson hastalığı temelde hareket bozuklukları ile seyreden bir beyin hastalığıdır. Halk arasında titreme hastalığı olarak bilinen bu hastalıkta hastaların bir kısmı giderek kötüleşir ve ellerini/kollarını rahat kullanamaz, bardakla su içemez, çatal-bıçak ile yemek yiyemez hale gelirler. Toplumdan uzak kalmayı tercih eder hale gelen Parkinson hastaları öte yandan zamanla kişisel ihtiyaçları için destek almak durumda da kalabiliyorlar.

Parkinson hastalığının tedavisi var mıdır?

Parkinson hastalığının ilaçla tedavisi vardır. Ancak sıklıkla bir süre sonra parkinson ilaçlarına karşı tedaviye direnç gelişmeye başlayabilmektedir. Yine Parkinson ilaçlarının istenmeyen yan etkileri de mevcut olduğu için ilaç tedavisinin deneyimli uzman hekimlerce yapılmasında fayda vardır.

 

Parkinson ilaç tedavisi sürecinde yan etkiler veya ilaçlara karşı  gelişen direnç sebebi ile eskiden hastalar ve yakınları  ’bu kadar oluyormuş’ deyip düşük hayat standartlarına razı olmak zorunda kalıyordu.

 

Oysa günümüzde parkinson hastalarının tedavisinde  ‘derin beyin stimülasyonu’ sisteminin kullanılmasının, Parkinson hastalarının tedavisinde dönüm noktası olmuştur. “Hastaların tedavi seçenekleri artık daha çoktur.

 

‘Derin beyin stimülasyonu’ sistemi ile Parkinson hastalarının artık daha güvenli ve konforlu tedavi olabilme şansları vardır.

 

İyi seçilmiş  uygun Parkinson hastasında ameliyat sonrası yaklaşık yüzde 60 oranında fayda görülebilir. Tek başına ihtiyaçlarını karşılayamayan ve etraflarında her zaman yardımcı birine ihtiyaç duyan hastalar yaklaşık 9 ay sonra fiziksel olarak daha yeterli hale gelebilir. Daha rahat mobilize edilen ve de ortak yaşama daha fazla katılan hastalar daha mutlu olurlar.

 

Son zamanlarda özellikle ilaçla tedaviye dirençli depresyon ve takıntı bozukluğu hastalarında derin beyin stimülasyonu sistemi uygulanmaya başlandı. Eldeki veriler bu hasta grubunda da oldukça iyi cevap alındığını gösteriyor. Derin beyin stimülasyonu sistemi bir ameliyat ile gerçekleştirlir ve bir takım riskleri vardır.

 

-Trigeminal nevralji, ağır kanser ağrıları, tik hastalığı (hemifasiyal spazm) gibi hastalıkların cerrahi tedavisi (Fonksiyonel nöroşirürji)

 

Trigeminal nevralji

Tek taraflı, kısa şimşekvari ağrılar ile karakterize, ani başlayıp ani sonlanan ve trigeminal sinirin bir veya iki dalının dağılım alanı ile sınırlı yani yüzde alında ve elmacık kemikleri etrafında veya çene çevresinde tek yanlı bir durumdur. Ağrı genelde yüz yıkama, traş olma, sigara içme, konuşma ve/veya diş fırçalama (tetik faktörler) gibi önemsiz uyaranlarla ortaya çıkabildiği gibi, sıklıkla kendiliğinden de olabilir. Ağrılar değişik dönemler boyunca durabilir. Nevraljiler altta yatan bir hastalığa bağlı veya nedensiz olabilir. Tedavide karbamazepin, okskarbazepin, gabapentin gibi bazı epilepsi ilaçları ön planda kullanılır. Çok az sayıda dirençli olguda sinirin sıkıştığı bölgeyi rahatlatmaya yönelik cerrahi girişim yapılabilir.

 

Nasıl tedavi edilir?

 

Radyofrekans termokoagülasyon (RFT) yönteminde yüksek frekanslı elektrik akımı sinir veya sinir ağında hasar oluşturarak siniri devre dışı bırakır. RFT planlanan tüm girişimler radyolojik görüntüleme altında gerçekleştirilir. İşlemde bölgenin özelliğine göre trigeminal sinirin çıktığı sinir köküne özel iğne vasıtasıyla, radyofrekans aygıtına bağlanarak elektrik enerjisi verilir.

 

Kimlere trigeminal radyofrekans termokoagülasyon yapılabilir?

Daha önce ilaç tedavisinden fayda görememiş hastalarda RFT yapılabilir.

 

Kimlere radyofrekans termokoagülasyon yapılmaz?

 

-Aktif enfeksiyon

-Gebe veya gebe olma ihtimali 

-Kanama bozukluğu

-Girişim bölgesinde enfeksiyonu olan hastalara RFT yapılmaz.

 

RFT sonrası, RFT uygulanan tarafta ağrı ve uyuşukluk görülebilir. İşlem sonrası yüzde şişlik oluşmaması için girişimin yapıldığı tarafa buz torbası uygulaması yapılmalıdır.

 

Skolyoz (omurganın boyun, göğüs, bel bölgelerinde görülebilen, yana doğru eğriliği)

Skolyoz, omurganın göğüs ve / veya bel bölgelerinde görülebilen, yana doğru ve rotasyonel üç boyutlu eğriliğidir. Normal ve sağlıklı omurgada omurlar arkadan bakıldığında yukardan aşağıya düz bir hat şeklinde uzanır. Skolyozda ise omurlar sağa veya sola doğru yer değiştirir ve aynı zamanda kendi eksenleri etrafında döner. Bu eğilmeler omurganın sadece bir bölgesinde olabileceği gibi birden çok bölgesinde ve farklı yönlerde de olabilir.

 

Skolyoz daha çok ergenlik yaşlarında karşımıza çıkar ve erken dönemlerde müdahale edilmediği takdirde hem kozmetik hem de kalp ve solunum sistemi üzerinde telafisi zor hasarlara yol açabilir.

                      

 Skolyozu işaret eden belirtiler:

  • Omuz seviyeleri arasında eşitsizlik
  • Bel çukurlarındaki asimetri
  • Bel kemiğinde bir tarafın öne çıkıntı yapması
  • Sırtta bir tarafta kemik kabarıklık (kürek kemiğinde tümsek görünümü)
  • Vücut dengesinde sağa yada sola kayma

  Skolyoz tanısı nasıl konur?:

Skolyoz tanısı tüm omurgayı içine alan görüntüleme ve klinik muayene ile konur. Ayakta çekilen tüm omurganın ön-arka ve yan görüntülerinde, eğriliğin başladığı ve sonlandığı omurlar arasındaki açı ölçülür. Bu açının ilerlemesi aralıklı olarak takip edilir.

EOS, tüm vücudun ya da belirli bir bölgenin, önden-arkadan ve yandan, aynı anda 3 boyutlu olarak görüntülenmesini sağlar.

EOS, özellikle Skolyoz yani Omurga Eğriliği ve Kifoz gibi omurga hastalıklarının görüntülenmesinde kullanılır. Birçok ortopedi ameliyatı öncesinde de EOS ile görüntüleme sayesinde detaylı bilgi elde edilir.

Bazı hastaların, özellikle omurga eğriliği olan çocukların takibi için birçok defa görüntüleme işlemine başvurmak gerekir. Standart yöntemlerle sık sık incelemeye maruz kalan büyüme çağındaki çocuklarda, radyasyona bağlı bazı yan etkilerin artabileceğine dair endişeler bulunmaktadır. Bu noktada EOS, düşük radyasyon oranıyla ön plana çıkmaktadır.

EOS, bedenin her yerini, aynı kalitede, eşit şekilde görüntüleyebilir. Elde edilen görüntülerin iyi kalitede olması, tedavinin şekli hakkında alınan kararın daha da güvenilir olmasını sağlar.

 Kaç tip skolyoz vardır?

Skolyoz, birçok hastalığa bağlı olarak ortaya çıkabileceği gibi, farklı yaşlarda ve omurganın farklı bölgelerinde görülebilir. Skolyozun kişilere göre ve skolyozun tipine göre değişen  tedavi yöntemi yöntemleri vardır.

Doğuştan (konjenital) skolyoz:

Doğuştan skolyoz genellikle erken yaşlarda ortaya çıkar ve omurganın oluşumundaki bir kusura veya birbirine kaynamış kaburgalara bağlı olarak gelişir.

Erken saptanmalı ve erken tedavi edilmelidir. Kusurun tipine bağlı olarak hızlı ilerleme gözetebilir.

İdiopatik skolyoz:

Skolyozun en sık görülen şeklidir ve son yayınlarda kabul edilen yaygın görüş hastalığın kalıtsal olduğu yönündedir.

En sık genç kızlarda, ergenlik çağının hızlı büyüme döneminde ortaya çıkar. Ergenlik çağında skolyoz ağrı yapmaz ve tespit edilmesi zordur. Bu nedenle skolyoz, fark edilmesinden birkaç yıl önce başlamış olabilir.

Çocuğun omurgası büyüme tamamlanıncaya kadar düzenli olarak kontrol etmelidir. Çünkü skolyoz ergenlik çağ içindeki herhangi bir zaman diliminde ortaya çıkabilir.

Erken başlangıçlı skolyoz:

Herhangi bir nedenle 10 yaş altında ortaya çıkan omurganın eğrilikleri erken başlangıçlı skolyoz olarak adlandırılır. Erken yaşta başlayan skolyoz genellikle ilerleyicidir ve ergenlik döneminde görülen idyopatik skolyozdan farklı özellikler gösterir.

Erken başlangıçlı skolyozda eğriliğin ilerlemesini belirleyen en önemli faktör çocuğun geriye kalan büyüme potansiyelidir. Çocuk ne kadar büyüyecekse skolyozun ilerleme riski o kadar fazladır. Bu nedenle tedavi prensipleri de ergenlik dönemi skolyozundan farklılık içerir. Bu grupta seçilecek tedavi eğriliği methodunun eğriliği kontrol altında tutarken aynı zamanda çocuğun omurgası, göğüs kafesi ve akciğerlerinin gelişimine engel olmaması gerekir.

Travmatik skolyoz:

Herhangi bir travma sonucu oluşan skolyozdur.

Nöromusküler skolyoz:

Beyin felci veya kas erimesi gibi nörolojik hastalıklara bağlı olarak kasların felci sonucunda oluşabilir.

Bu grubun da teşhis ve tedavisinin erken dönemde yapılması ilerleyici kusurları ortadan kaldıracaktır.

Diğer skolyoz sebepleri:

Nörofibromatozis, osteogenezis imperfecta, Marfan sendromu, Ehler Danlos gibi çeşitli bağ dokusu hastalıkları

Omurga kırıkları

Omurga enfeksiyonları,

Morquio, Gaucher hastalığı gibi çeşitli metabolik hastalıklar

Bazı genetik sendromik hastalıklarda skolyoz görülebilir.

Skolyozun tedavisi nasıl yapılır?

Skolyozun tedavi süreci skolyoza neden olan hastalığa ve kişide oluşan skolyoza göre değişkenlik gösterir. Diğer bir değişle skolyoz için uygulanabilecek doğru ve tek bir tedavi seçeneği yoktur. Skolyozun tanısının konulduğu yaş, eğriliğin konumu ve derecesi, skolyozu oluşturan altta yatan sebep, radyolojik bulgular ışığında uygun tedaviye karar verilir. 

Tedavide genelde 3 alternatif mevcuttur:

İzlem: İlk alternatif izlemdir ve 20-25 dereceden küçük eğrilikler belli aralıklar bu şekilde takip edilir. Kişi izlem süresince aynı zamanda sportif faaliyetlerde bulunmalı ve genel vücut kondisyonunu artırmalıdır.

Korseleme: Eğriliği 20-40 derece arasında olan ve büyüme potansiyeli olan kişilerde etkili bir yöntemdir. Düzenli korse kullanımı ameliyat olma ihtimalini azaltır. Korsenin etki göstermesi için günde 20-23 saat takılması gerekir.

Cerrahi Tedavi: Cerrahi genel olarak 40-45 derece üzerindeki eğriliklerde düşünülen yöntemdir. Akciğer gelişiminin tamamlandığı kişilerde skolyoz düzeltme ve dondurma (sabitleme) ameliyatları uygulanır. Cerrahi tedavi sırt ve bele yerleştirilen implantlar (vida-çubuk) yardımıyla başarılı bir şekilde yapılabilmektedir. Cerrahi sırasında omurilik fonksiyonlarının monitorize edilmesi (nöromonitorizasyon) hasta ve hekim açısından işlemin güvenilirliğini artıran bir yöntemdir ve merkezimizde rutin olarak kullanılmaktadır.

Skolyoz Cerrahisinde Yenilikler:

Bant ile Gerdirme Yöntemi (Anterior Tethering)

Cerrahi tedavi gerektiren skolyoz olgularında standart tedavi olan vida ve çubuklarla uygulanan füzyon cerrahisine (sabitleme-dondurma) alternatif olarak bant ile gerdirme tekniği geliştirilmiştir. Minimal invaziv yaklaşım ile uygulanan bu teknikte minik kesilerle göğüs ya da bel boşluğuna ulaşılıp vidalar yerleştirilmekte, düzeltme ise özel dizayn polietilen bir bant üzerinden gerdirme tekniği kullanılarak yapılmaktadır. Özellikle halen büyüme potansiyeli olan olgularda “füzyonsuz cerrahi” tekniği ile başarılı sonuçlar elde edilmektedir. Bu teknik kullanılarak eğrilikler düzeltilirken, esneklik tamamen korunmaktadır.

Henüz Yorum Yok

Sorry, the comment form is closed at this time.